-
1 ile birlikte
1. along with 2. conjunction with 3. in conjunction with 4. together with -
2 bunu faturası ile birlikte otele gönderir misiniz
Will you send it to the hotel with a receiptTurkish-English dictionary > bunu faturası ile birlikte otele gönderir misiniz
-
3 dara ile birlikte ağırlık
n. tare and bret -
4 gerçekleşen kâr ile birlikte
adv. cum dividend -
5 kâr ile birlikte değeri
adj. cum dividend, dividend on -
6 porsiyon garnitür ile birlikte mi geliyor
Does the meal come with garnishTurkish-English dictionary > porsiyon garnitür ile birlikte mi geliyor
-
7 porsiyon patates ile birlikte mi geliyor
Does the meal come with potatoesTurkish-English dictionary > porsiyon patates ile birlikte mi geliyor
-
8 porsiyon sebze ile birlikte mi geliyor
Does the meal come with vegetablesTurkish-English dictionary > porsiyon sebze ile birlikte mi geliyor
-
9 birlikte
1. adv gemeinsam;… ile birlikte zusammen (mit);birlikte çalışmak zusammenarbeiten;birlikte getirmek mitbringen;birlikte öğretim Koedukation f2. konj - mekle birlikte abgesehen davon, dass …; obwohl, obgleich -
10 ile
ile (-(y)le, -(y)la)1. konj und2. postp mit (D); durch (A), infolge (G);bıçakla mit dem Messer (schneiden);bununla beraber (oder birlikte) trotzdem;iştah ile mit Appetit;kiminle, kimle mit wem?;kurtla kuzu der Wolf und das Lamm;ne ile womit; wodurch;ne ile geçiniyor wovon lebt er?;onlar ile, onlarla mit ihnen;onların oyları ile seçildi durch ihre Stimmen gewählt;tavşan ile kaplumbağa der Hase und die Schildkröte;telefonla telefonisch;uçakla mit dem Flugzeug; per Luftpost3. konj -mekle birlikte (oder beraber) gerade, als …; in dem Augenblick, da; außer, dass …; obgleich; wenn … auch: güneşin batmasıyla beraber gerade, als die Sonne unterging;mektup yazmakla beraber außer, dass (er) einen Brief schrieb yıllarca çalışmakla birlikte obgleich er jahrelang gearbeitet hatte -
11 ile
"1. with, together with: Azize, Ali´yle gitti. Azize went with Ali. 2. and: Erol´la Mertol altıda geldiler. Erol and Mertol came at six. Bu olay İngiltere ile Fransa arasındaki ilişkileri etkilemez. This incident won´t affect relations between England and France. Ev ile sokak arasında bahçe var. There´s a garden between the house and the street. 3. with, by means of; by: Arabayla gidemedik. We couldn´t go by car. Onu kaşığınla ye! Eat that with your spoon! Hepsini on bin liraya aldım. I bought the lot for ten thousand liras. Çok çalışmakla bunu bitirebilirsiniz. You can finish this if you work hard. 4. as a result of, owing to, by, because of: Necibe´nin seyahatten vazgeçmesiyle her şey altüst oldu. Everything´s been upset by Necibe´s deciding not to go on the trip. Dikkatsizlikle tekneyi karaya oturttu. He ran the boat aground through carelessness. 5. used with an infinitive to specify the nature of an activity: Sevinç yaz tatilini okumakla geçirdi. Sevinç spent her summer vacation reading. Bir deneme yazmakla meşgul. He´s busy writing an essay. Bunu yapmakla büyük bir hata işlemişim. It seems that by doing this I´ve made a big mistake. 6. with, showing: Dikkatle dinlemedi. He didn´t listen attentively. Odadan hiddetle çıktı. He went out of the room in a fury. 7. with, having the possession of: Bengi, Almanya´ya amcasının rızasıyla gitti. Bengi went to Germany with her uncle´s consent. 8. by (with units of measure): Onları kiloyla sattık. We sold them by the kilo. 9. upon, on, when; at the moment of; at the time of: Sabahla dünya bambaşka göründü. When morning came the world looked completely different. Ayten´in evden ayrılmasıyla çocuklar çıldırdı. On Ayten´s leaving the house the children went wild. 10. (in certain set expressions) I hope you.../Have a...!/May you...: Selametle gidin. Have a safe trip! Bunu afiyetle ye. I hope you enjoy eating this. Devletle! Good luck! - beraber/birlikte 1. together with, along with, including, inclusive of: Haşim öbür çocuklarla birlikte okula gitti. Haşim went to school along with the other children. Termosifonun fiyatı KDV´yle birlikte bir milyon liraydı. The price of the water heater, VAT included, was one million liras. 2. when, at the same time that: Kışın gelmesiyle beraber odun pahalılaştı. When winter arrived wood became more expensive. 3. although: Sadece on iki yaşında olmakla beraber motorlar hakkında epey bilgisi var. Although he´s only twelve, he knows a fair bit about motors. Hakan itiraz etmekle beraber Mümtaz işin tümünü tek başına yaptı. Although Hakan objected, Mümtaz did all the work by himself. 4. as well as, apart from, besides: İyi bir şair olmakla birlikte çok yetenekli bir öğretmen. Apart from being a good poet he is also a very capable teacher." -
12 dâhil
dâhil [da:-]I simkân \dâhilinde olmak im Bereich des Möglichen liegen\dâhil etmek einschließenbabası/annesi \dâhil einschließlich seines Vaters/seiner Mutter, mit seinem Vater/seiner Mutter zusammenbir şeye \dâhil olmak ( katılmak) an etw teilnehmen; ( içinde olmak) an etw beteiligt seinKDV \dâhil inklusive MwSt. -
13 maaile
عائليا [عَائِلِيًّا]Anlamı: ev halkı ile birlikte
См. также в других словарях:
Ruhi Su — Mehmet Ruhi Su (born 1912 died September 20, 1985) was a Turkish folk singer and saz virtuoso.Ruhi Su was born 1912 in Van, Turkey. He never knew his parents. With his words, He is one of the children desolated by the World War I. He was taken… … Wikipedia
İlber Ortaylı — (born 1947) is a leading Turkish historian, professor of history at the Galatasaray University in Istanbul and at Bilkent University in Ankara. Since 2004 he has been the head of the Topkapı Museum in Istanbul. BiographyAs the son of a Crimean… … Wikipedia
bet — is. 1) Beniz kelimesi ile birlikte, yüz rengi anlamında ikileme oluşturan bir söz 2) Bereket kelimesi ile birlikte bolluk anlamında ikileme oluşturan bir söz Ucuzluklarına hayret ettiğimiz her çeşit satıcılar, o bet bereket nereye kaybolmuş? H. R … Çağatay Osmanlı Sözlük
çevre — is. 1) Bir şeyin yakını, dolayı, etraf Büyük kentlerin çevreleri gecekondularla sarılmıştır. O. Rifat 2) Kişinin içinde bulunduğu toplumu oluşturan ortam Her girdiği çevreye kişiliği ile birlikte olgun ve asil bir huzur havası getirirdi. H. Taner … Çağatay Osmanlı Sözlük
gelmek — den, e, nsz, ir 1) Bir yere gitmek, ulaşmak, varmak Gurbetten gelmişim yorgunum, hancı. B. S. Erdoğan 2) Geriye dönmek ... adamı Ödemiş ten aldım geldim, her masrafını çektim. N. Cumalı 3) Oturmaya, ziyarete gitmek Dün akşam amcamlar bize geldi.… … Çağatay Osmanlı Sözlük
yaşmak — is., ğı, esk. 1) Kadınların ferace ile birlikte kullandıkları, gözleri açıkta bırakan, ince yüz örtüsü Çıka çıka, yaşmak feraceli, kazık gibi bir kadın çıktı. S. M. Alus 2) hlk. Başla birlikte yüzü, ağzı kapatan örtü … Çağatay Osmanlı Sözlük
yüz — 1. is. 1) Başta, alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm, sima, çehre, surat Bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor. S. F. Abasıyanık 2) Yüzey, satıh Suyun yüzünde. 3) Kesici araçlarda ağız Bıçağın keskin yüzü. 4) Bir kumaşın… … Çağatay Osmanlı Sözlük
Debreu — Gérard Debreu Gérard Debreu Gérard Debreu (Calais, 4 juillet 1921 – Paris, 31 décembre 2004 (à 83 ans)) est un économiste … Wikipédia en Français
Gerard Debreu — Gérard Debreu Gérard Debreu Gérard Debreu (Calais, 4 juillet 1921 – Paris, 31 décembre 2004 (à 83 ans)) est un économiste … Wikipédia en Français
Gérard Debreu — (Calais, 4 juillet 1921 – Paris, 31 décembre 2004 (à 83 ans)) est un économiste français possédant la doub … Wikipédia en Français
Darülfünun — Das Darülfünun auch Dar ül Fünun genannt, (vom arabischen دار الفنون mit der Bedeutung Haus der Wissenschaften) war die erste im Sinne europäische Universität des osmanischen Reiches. Die Universität wurde 1900 auf Initiative des osmanischen… … Deutsch Wikipedia